22 Kasım 2018 Perşembe

ARABA KULLANIN VE AKCİĞERLERİNİZİ KORUYUN DİYORLAR!

Etrafımız ince bir tozla kaplıymış. Ve bu parçacıklar çap olarak 100 nanometreden küçük, saç telindense 800 kez daha inceymiş. Ayrıca akciğer ile kalp hastalıklarına sebep olabilirlermiş. 




Peki, bu ince tozu mümkün olduğu kadar az solumak için ne yapmalıyız? Imperial College London’da yapılan bir araştırma bizleri bu konuda bilgilendirmeye çalışmış. Araştırmacılar, Londra kalabalığında beş farklı ulaşım şeklini ele almış ve her birinde maruz kalınan ince toz miktarını ölçmüşler. 


O vakit gelelim sonuçlara: 

Ulaşım şekli
cm3 hava içindeki parçacık sayısı
Araba
40.000
Yürüyüş
50.000
Bisiklet
80.000
Otobüs
90.000
Taksi
100.000


Peki, neden arabadaki değerler en iyisi? Çünkü sürücü ve yolcular, kapalı camlar ve havalandırma sistemi sayesinde, dışarıdaki hava ile doğrudan temas etmiyorlarmış. Bu avantaj taksi ve otobüsler için trafikte geçirdikleri uzun saatler boyunca içlerinde ince toz birikimi meydana geldiği için geçerli değilmiş. 


Peki, bisikletliler neden yayalardan daha fazla toz soluyor? Çünkü bisikletçi, egzoz dumanlarına daha yakın seyrediyormuş. Ve bu durum birkaç metrede bile gerçekten büyük bir fark yaratıyormuş. Ayrıca binalara yakın yürüyen yayalar, kaldırımın yol tarafından yürüyenlere kıyasla yüzde 10 daha az ince toz soluyormuş.
















Devamını Oku

EN BÜYÜK KORKUSU GERÇEK OLMUŞTU ÖYLEYSE ARTIK ÖZGÜRDÜ - J.K.ROWLING

Aralık 1993’te, eski öğretmen ve çiçeği burnunda bir yazar olan Joanne Rowling, Portekiz’deki altı aylık kızının babasından kaçarak yerleştiği İskoçya Edinburgh’da kiralık bir dairede yaşamaya başlamıştı. Elinde, birkaç yıl önce Londra’ya giden kalabalık bir trende seyahat ederken kurguladığı ve önceki yıl Porto kentinde öğretmenlik yaparken boş vakitlerinde kağıda döktüğü bir öykünün ilk üç bölümünden başka hiçbir şey yoktu. Yapacak pek bir şey olmadığı için genç anne bebeğiyle birlikte yürüyüşe çıkıyor ve bebeği uykuya dalınca bir kafeteryada oturup yazmakta olduğu öykü için yeni bölümler üzerinde çalışıyordu...




Rowling, çoğu şeyin aleyhine işlediği böyle bir ortamda adını Harry Potter ve Felsefe Taşı koyduğu bu öykünün taslağını 1995 yılında tamamladı ve ilk üç bölümü kendisini temsil etmeyi kabul eden Christopher Little Literary Agency’ye teslim etti. Temsilci, sonraki on iki ay boyunca tam on iki editörden metnin “çok uzun” olduğu gerekçesiyle hayır cevabı aldı. Görünen o ki kimse öyküye ilgi duymamıştı.


Rowling bu durum karşısında yenildiğini, kaybettiğini hissettiğini 2008’de söylediği şu sözlerle itiraf etmişti: “Eğer gerçekten başarılı olduğum başka bir alan olsaydı tümüyle ait olduğum alanda başarıya ulaşma kararlılığını kendimde bulamazdım. Artık özgürdüm çünkü en büyük korkum gerçek olmuştu ve hala hayattaydım. Ve hala taparcasına sevdiğim bir kızım vardı. Ve eski bir daktilom ve büyük bir fikrim vardı.”




Yazar bu dönemde sosyal yardım ödeneğiyle yaşamını sürdürdü. Sonra, 1996 yılında, Londra’daki Bloomsbury Yayınevi’nde editör olan Barry Cunningham kitabın birkaç bölümünü hafta sonu incelemek üzere evine götürdü. Ancak Bloomsbury’nin kitabı yayınlamaya karar vermesi yayınevinin müdürü Nigel Newton’ın sekiz yaşındaki kızı Alice sayesinde mümkün oldu. 


Kitabın ilk bölümünü okuyan Alice babasına, “Bu diğer her şeyden çok daha iyi” diyerek sonraki iki bölümü de istedi ve bunun üzerine Bloomsbury taslak için 1.500 sterlin ve satılacak olursa da her kitap başına telif ücreti teklif etti. Ayrıca çocuk kitaplarının satılmasının çok zor olduğu ve bu işten para kazanamadığı için kendisine “doğru dürüst bir iş” bulması tavsiye edildi. :)


Rowling, 1997 yılında İskoç Sanat Konseyi’ne hibe için başvurdu ve 8.000 sterlin aldı. Böylece bir süre daha yazmaya devam edebildi. 1997 Haziran ayında kitabının 500 adetlik ilk baskısı yayınlandı ve bunlardan 300 tanesi kütüphanelere dağıtıldı. Bu ilk baskılar bugün koleksiyoncular arasında tanesi 40.000 sterlinin üzerinde fiyatlarla el değiştiriyor. :)




Kitabın satışları başlangıçta çok yavaştı ama Haziran ve Eylül arasında yerel basından olumlu eleştiriler gelmeye başladı ve bunu ulusal basın izledi. Ancak, Harry Potter ve Felsefe Taşı’nın bugün 15 milyar dolarlık bir kitap ve film endüstrisi haline gelmesini sağlayan, yayınlanmasından altı ay sonra kazandığı Ulusal Kitap Ödülü olmuştur.


Gerçek şu ki bugüne kadar okuduğumuz neredeyse tüm başarılı kitaplar, geçmişte teptikleri fırsatlardan dolayı hayıflanan yayınevleri tarafından defalarca reddedilmiştir. Ve evet, yükselmek için belki de yeterince dibe batmak gerekiyordur. Ne dersiniz?

Devamını Oku

21 Kasım 2018 Çarşamba

LONTANO - JEAN-CHRISTOPHE GRANGÉ

“Onlar ölümsüzlüğün sırrına vâkıf olanlardı. İntikam hissiyle yanıp tutuşan, kötülüğün öncüleriydi. Zamanın ve mekânın ötesine geçebilenlerdi. Afrika’nın derinliklerinden getirdikleri kara büyüleriyle aklın sınırlarını aşanlardı.”





Heyecan verici bu tanıtım cümleleri ile oldukça ilgi çekici bir konu vaat eden kitap, Afrika’nın, özellikle Kongo’nun, büyü ritüelleri ve polisiye-gerilimle bir araya gelerek tam bir Grange başyapıtı olmuş. Şiddet, gerilim, sado-mazo eğilimler, hazing yani çömez deneyimi, gelenek ve hatta genetik bilimi dahi kitabın içinde mevcut. Yani kitabın içinde “YOK” yok.





Olaylar, 1960’lı yılların sonlarında Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde işlenen seri cinayetleri çözmekle görevlendirilen polis memuru Grégoire Morvan ve onun ailesi etrafında gelişiyor. Morvan, uzun süren bir takibin ardından Çivi Adam lakabıyla ünlenen; öldürdüğü kadınların vücutlarına çiviler çakarak ya da kesici aletler kullanarak onları, şifacıların kötü niyetli büyülere karşı kullandıkları ‘minkondi’ adı verilen heykelciklere dönüştüren seri katil Thierry Pharabot’u yakalar. 


Ülkesine kahraman olarak geri döner ve bu sayede mesleğinde hızla yükselir. Morvan, sadece bir polis olmakla kalmaz aynı zamanda hükümetleri skandallardan kurtaran, çok sayıda ajanı ve tetikçisi olan bir temizlikçiye dönüşür ve resmi bir görevi olmasa dahi ilerleyen yaşında danışmanlığına başvurulan biri haline gelir. Pharabot’u yakalamak konusundaki başarısı, Kongo’daki koltan madenlerinin hisseleriyle de ödüllendirilen Grégoire Morvan Fransa’da eşi ve üç çocuğu ile yaşamaktadır.


Grégoire Morvan’ın sert ve şiddet eğilimli kişiliği sebebiyle kabus gibi bir çocukluk geçiren üç çocuktan Loic borsada yüklü paralar kazanan bir uyuşturucu bağımlısı, en küçük kız kardeş Gaelle babasına duyduğu öfke nedeniyle onun servetini kabul etmeyen ve geçimini zaman zaman fahişelikle sağlayan bir oyuncu, romanımızın merkezinde olan karakter, en büyük kardeş  Erwan Morwan ise cinayet masasında görevli, işinden başka bir şeyi düşünmeyen sert mizaçlı bir amirdir. Çocukların annesi Maggie ise eşinin dayaklarına yıllar boyunca katlanmış eski bir hippidir. Kitapta çift kişilikli bir karakter olarak karşımıza çıkar. Her ne kadar merkezindeki karakter Erwan Morvan olsa da bütün Morvan ailesi üyeleri geçmişleriyle ve yaptıklarıyla kitapta en az Erwan kadar yer alıyor.






Kitaptaki olaylar Fransa’nın batısında yer alan Finistére deniz havacılık üssünde çömez deneyimi sırasında meydana gelen bir kaza ile başlıyor. Çömez/çaylak deneyimi ya da ‘hazing’ denen olay bir gruba katılmak isteyen kişi veya kişilerin o grubun üyeleri tarafından aşağılama ve şiddet içeren testlere tabi tutulmaları olarak özetlenebilir. Sosyal psikoloji alanında yapılan çalışmalar bu tip deneyimlere tabi tutularak bir gruba kabul edilen üyelerin, bu deneyimleri yaşamayanlara kıyasla gruplarına bağlılıklarının daha üst düzeyde olduğunu göstermiştir. 


Kazayı araştırmak için giden Erwan bunun aslında bir kaza değil cinayet olduğunu keşfeder ve bu cinayet ‘Çivi Adam’ lakaplı katili taklit eden ya da bizzat o olan, biri tarafından işlenecek cinayetlerin ilkidir. Cinayetler giderek Grégoire Morvan’ı kişisel olarak hedef alan bir kimliğe bürünürken Erwan bu cinayetleri çözmeye, Grégoire Morvan ise bir yandan kızını takip edip korumaya, diğer yandan Kongo’daki madenlerin hisselerindeki dalgalanmalar yüzünden başının belaya girdiği Kongolularla anlaşmaya çalışıp bu tehlikeli adamlara ve seri katile karşı ailesinin güvenliğini sağlamaya çalışır.


Kitabın konusuyla ilgili verdiğim bu bilgilerden sonra gelelim yorumlarıma… 


Grangé’ın kitapta Afrika’daki kara büyü ritüelleriyle ve genetik bilimiyle ilgili bilgileri açık bir şekilde bizlerle paylaşması güzel olmuş. Zira okurken ha bire Google’a bakıp bu ne şimdi demek zorunda kalmıyoruz. 


Tanıtım bülteninde ve kitabın arka kapağında yazan ölümsüzlüğün sırrına vakıf olanlar, zamanın ve mekânın ötesine geçenlerdi konsepti kitapta olağanüstü bir şekilde işlenmiş.


Kitapta Erwan’ın uğraşmak zorunda kaldığı oldukça fazla mesele olması okuyucunun kendisini ana karakterle özdeşleştirmesini kolaylaştırmış diyebilirim. Özellikle benim gibi okuduğu kitapla bağ kurup, karakterlerden birini üzerine giyen biri için biçilmiş kaftan.


Çevirmen Tankut Gökçe’nin müthiş çevirisinin yanında Grangé’ın kullandığı kısaltma ve lakaplar hakkında tek tek notlar düşmesi genel kültürümüze yeni bilgiler katması açısından hoşuma gitti.


Eleştirilerime gelecek olursam, ilk eleştirim Doğan Kitap’a... Kitabın felaket derecede kötü bir kağıt kalitesi var, kitaplarının sayfalarını asla katlamayan biri olan ben, sayfaları çevirirken yırtılacak diye korktum resmen.


Kitabın en büyük eksisi ise Morvan’ın Kongo’daki maden işlerine, özellikle de Kongolular ile arasının açılmasına sebep olan hisselerle ilgili detaylara çok fazla yer verilmesi oldu. Detaylarda boğulduğumdan kaynaklı zaman zaman kitabın o heyecanlı ve dinamik temposundan biraz geri düştüm. 


Bazı soruların cevapsız kaldığını kitabı bitirdiğinizde sizde göreceksiniz. Nedeni ise tek kitap olarak değil de seri olarak düşünülmesidir. Lontano’nun devam kitabı Kongo’ya Ağıt (Congo Requiem) adıyla raflarda…

Bu kitabın incelemesi de çok yakında Elifobya'da :) 

Devamını Oku

BİR GÜZEL İNSAN HİKAYESİ

O, 74 yaşında koca bir çınar…
O, yüzündeki o güzel çizgilerinde bilgelik biriktiren, kitapların dostu Abdülkadir amca…




Hatay'ın Erzin ilçesinin Başlamışlı köyünde yaşayan Abdulkadir Doğan, bakkallık mesleğinden emekli olduktan sonra, dükkânını kütüphaneye dönüştürmeye karar vermiş.




Gününün tamamını kütüphanesinde geçiren 74 yaşındaki Abdülkadir amca, okumaya ortaokul yıllarında başlamış. Kitap sevgisini Türkçe öğretmenine borçlu olduğunu söylüyor. Ailesinden aldığı az miktarda harçlığı kitap alarak değerlendirmiş.  60 yıl boyunca okuduğu tüm kitapları ve dergileri ayrıca sahip olduğu plakları, kasetleri biriktirmiş. Bakmış ki bu güzel eserler evine sığmıyor bakkalını kapatmış ve kendi kütüphanesini kurmuş.


Her gün işe gider gibi erkenden kütüphanesini açıp, burada kitap okuyarak ve müzik dinleyerek vakit geçiriyormuş. 




Tıpkı kütüphanelerde olduğu gibi kitap ve dergilerinin tamamını sınıflandırmış ve numaralandırmış. Ayrıca tuttuğu bir kayıt defteri de varmış. 




Son sözleri kendisine bırakmak lazım. Zira nasıl da güzel konuşuyor:


"Hayatım boyunca okuduğum hiçbir kitabı kaldırıp atmadım. Kütüphanemde bin 343 kitap bulunuyor. Kitaplarım genellikle din, tarih, edebiyat, kültür ve roman türünde. Arşivimde 357 dergi var. “


“Ayrıca müziğe de merakım var. Kütüphanemde halk ve sanat müziği ile mahalli sanatçılara ait 2 bin 500 kadar kaset ve plak var. Kendime burada bir dünya kurdum. Kitaplar en iyi dostum oldu. Bazen arkadaşlarım yanıma gelir, bazen de mahallenin çocukları gençleri gelir. Köye ilk defa yolu düşenler dükkân görünümlü kütüphane görünce şaşırıyor. Köylüler ise bu duruma alıştı."




Sen ne güzel bir insansın Abdülkadir Amca...
Çok yaşa e mi?

Devamını Oku

GÜZEL KADINLARA BAKMASANIZ MI ACABA?

Otobüste seyahat ederken güzel, alımlı şöyle uzun bacaklı bir kadının yanında mı oturuyorsunuz? O vakit önemli kararlarınızı erteleyin diyorlar haberiniz olsun :)




Kanada, Hamilton’daki McMaster Üniversitesi’nden psikologlar, erkeklerin güzel bir kadın gördüklerinde ileriyi göremeyen bir nevi geleceğe odaklanamayan yaratıklara evrildiklerini tespit etmişler.


Araştırmacılar bir deney yapmışlar. 96 erkek ve 133 kadın gönüllüden oluşan deneyde, deneklere finansal bir seçenek sunulmuş. Acaba kendilerine belirli bir miktar para verseler, bu parayı bugün mü almak isterlerdi yoksa daha yüksek bir miktar ile ilerideki bir tarihte mi almak isterlerdi? Bugün 25 lira mı yoksa gelecek ay 100 lira mı deseler birçok insan bekleyecektir. Gerçi, bazı insanlar -bağımlılar gibi- çabuk bir sonuca karşı çok hassastır. Yani o an önemlidir. 




Peki, Kanadalı araştırmacıların vardığı sonuç ne olmuş?

Ortalama erkeklere, en azından parasal bir karar öncesinde birkaç güzel kadın fotoğrafı gösterildiğinde (herhalde! sorun erkeklik içgüdüsünden kaynaklanıyor) beyinlerinin üremeyle ilgili bölümlerinin harekete geçtiği gözlemlenmiş. Bu nedenle bir kadını fethetmek için, erkek biraz daha fazla cep harçlığının faydalı olacağını düşünüyormuş. Tam da bundan dolayı erkekler kısa vadeli kazançları seçiyormuş. 


Peki, yakışıklı erkek fotoğrafları gösterildiğinde kadınlar aynı sorunu yaşıyorlar mı? Araştırmacılar da benimle hem fikir :) Cevap: Katiyen hayır. 

Devamını Oku

20 Kasım 2018 Salı

İLGİLİ AİLELER BİLGİLİ ÇOCUKLAR

ABD'de yapılan bir araştırma, bebeklerin beyin gelişiminin ailelerin ilgisine bağlı olduğu ortaya çıkarmış.


Teksas Çocuk Hastanesi, Psikiyatri Bölümü görevlisi Bruce D. Perry, ilgiyle büyüyen bir bebek ile ilgisiz büyüyen bir bebeğin beyin taramalarını yapmış. 


Peki, ortaya nasıl bir sonuç çıkmış?




Perry'ye göre, ailesi tarafından ilgi görmeyen çocukların beyin gelişimi gözle görülür oranda daha yavaş.


Perry'nin açıklamaları şöyle:

"Fotoğraflarda da görüldüğü gibi sol taraftaki beyin taraması, ailesinin ilgisiyle yetişen ortalama bir çocuk beyni. Öte yandan sağ tarafta ailesiyle zaman geçirmeyen ve ailesinden ilgi görmeyen bir çocuğun beyin taraması var. Bu çocuğun şiddet görmüş olabileceğini de tahmin ediyoruz. Bu taramalar sonucunda, sağ taraftaki çocuğun beyni yaşıtına göre daha küçük.

Devamını Oku

15 Kasım 2018 Perşembe

BUGÜN NE ÖĞRENDİM? #25

İskoçya'nın Edinburgh kentinde, evsizlerin barınabileceği özel bir köy inşa edildi. 11 adet 2 odalı prefabrik evin bulunduğu köyde, ilk etapta 20 evsizin barındırılması hedefleniyor.




Edinburgh Belediyesi'nin Social Bite adlı vakfa bağışladığı arsaya kurulan evlere yerleştirilecek olan evsizlerin 12 ila 18 ay barındırılması planlanıyor.




Yardım sağlanan evsizlere, bu süre zarfında kendi evlerini kurabilecekleri finansal imkanları yaratmaları için destek de verileceği ifade ediliyor.


Social Bite vakfı benzer evsiz köyleri oluşturarak İskoçya genelinde 800 evsize barınak sağlamayı hedefliyor.




Social Bite kurucusu Josh Littlejohn, projeyle ilgili olarak "Binlerce kişinin ve yüzlerce kurumun desteği sayesinde bu projeyi hayata geçirebiliyoruz. Ancak bu proje yap bozun sadece bir parçası. Evsizlik sorununu çözmek için toplumun her kesiminin birlikte çalışması gerekiyor" dedi.


Dünya’da güzel şeyler de oluyor dedirten ve içimizdeki umutları filizlendiren mükemmel bir sosyal sorumluluk projesi bu… 
Dilerim tüm evrene yayılır…

Devamını Oku

SON MOHİKAN BIALOWIEZA ORMANI

O, Avrupa'nın son balta girmemiş ormanı…







Varlığı M.Ö. 8000'li yıllara kadar uzanan Avrupa’nın en eski ormanı Bialowieza, Polonya ve Beyaz Rusya arasındaki sınırı kapsayan 1.500 kilometrekarelik alanın en görkemli sahibi. Bu devasa orman; dev ladin ağaçları, meşe ağaçları ve kül ağaçları ile Avrupa’nın en büyük memeli hayvanı visent yani Avrupa bizonu gibi soyu neredeyse tükenmek üzere olan 20 binden fazla hayvan türüne ev sahipliği yapıyor. Ayrıca yaklaşık 900 bitki türünün olduğu orman, Avrupa’daki biyolojik çeşitliliğin korunması açısından da oldukça önemli.




Bialowieza, ölü odun, çürüyen ağaç, çalı çırpı ve dökülen yapraklar bakımından zengin olduğu için sayısız mantar, küf, bakteri ve böcek türüne rahat bir yaşam alanı olmuş. Özellikle nadir görülen iki böcek türü Buprestis splendens ve Pytho kolwensis’ lere bu ormanda varlığını sürdürüyor.




Bialowieza, Avrupa’nın en yüksek ağacı dahil olmak üzere boyu 40 metreyi bulan meşe ve dişbudak ağaçlarını barındırıyor ve bir bölümü binlerce yıldan beri insan eli değmeden -ki iyi ki değmemiş- varlığını sürdürüyor. 




Birleşmiş Milletler UNESCO örgütü tarafından 1979 yılında ‘Dünya Mirası Listesi’ ne alınan Bialowieza Ormanları’nın Beyaz Rusya sınırları içinde kalan bölümü ise doğal sit alanı olarak korunuyor.





Dilerim bir gün yolumuz kesişir Bialowieza ve o zamana dek kendini insanlardan koru olur mu?







Devamını Oku

14 Kasım 2018 Çarşamba

TWITTER'DA TAKİPÇİ SAYISI SAÇMALIĞI

Twitterda, takipçi sayılarına göre bir halt olduğunu düşünen ya da ünlüymüş gibi gereksiz tripler atan insanlara her gün denk geliyoruz. Hatta bir tık ilerisi kendini tanıtmak ya da tanımlamak için takipçi sayısını öne sürenler bile var. 




Evet, o da benim gibi düşünüyor. Twitter CEO’su Jack Dorsey’den bahsediyorum tabii ki. CEO'ya göre takipçi sayısından daha önemli bir şey var; anlamlı ve karşılıklı diyaloglar.


Yeni Delhi’de yaptığı konuşmada Dorsey; diğer kurucular Noah Glass, Biz Stone ve Evan Williams ile 2006 yılında Twitter'i açarken gelecekteki bütün dinamiklerini düşünmedikleri konusunda bir öz eleştiride bulundu.


Takipçi sayısının 12 yıl önce önemli olabileceğini belirten Dorsey, bunun bugün doğru olmadığını düşünüyor. O'na göre önemli olan, platform üzerinden gerçekleştirilen anlamlı diyaloglar. Örneğin kaç cevap aldığınız, takipçi sayınızdan daha önemli. Kesinlikle !


Kuruculardan Williams ise, geçen hafta kullanıcı sayıları hakkında açıklama yaptı, bu sayı nedeniyle platformun bir popülerlik yarışına dönüştüğünü söyledi. Hay ağzını öpeyim !




Devamını Oku

BİR "İLK" HİKAYESİ

Avrupa’da, Ortaçağ’dan beri yolların güvenli olmamasından dolayı, mektubun taşıma ücreti alıcı tarafından ödeniyormuş. Bu durum çoğu zaman ilginç ve bazen de altından kalkılamaz durumlara yol açıyormuş.




1840 yılında Londra’daki İngiliz Posta İdaresi’nin sonradan yöneticisi olan Sir Rowland Hill, ilginç bir olaya tanık olmuş. İskoçya’ya yaptığı bir yolculuk esnasında, genç bir kızın taşıma ücretini ödeyemediği için nişanlısından gelen mektubu postacıya geri verdiğini görmüş. Bunun üzerine ücreti kendisi ödemiş. Genç kız ona teşekkür etmiş fakat bu paraya gerek olmadığını söylemiş. Çünkü zarfın üzerindeki adreste bir düzenleme yaparak, nişanlısından gelen mektubu para ödemeden de alabileceğini açıklamış.




Bu olaya tanık olan Hill, mektup yollanırken para ödenmesini zorunlu hale getirecek bir yöntem geliştirilmesi gerektiğini düşünmüş. Taşıma ücretinin zarfın üstüne yapıştırılan küçük bir etiket bedeli olarak, mektubu gönderen tarafından ödenmesi ilkesini önermiş. Bu öneri İngiliz hükümeti tarafından kabul görmüş ve ardından Kraliçe Victoria’nın resmini taşıyan ilk posta pulu basılmış. 158 bin adet basılan pul, 6 Mayıs 1840 tarihinde satışa sunulmuş.

Devamını Oku