7 Ağustos 2018 Salı

SATRANÇ (Schachnovelle) - STEFAN ZWEIG

“Suskunluğun siyah okyanusundaki cam fanuslu bir dalgıç gibi yaşıyordu insan, kendisini dış dünyaya bağlayan halatın kopmuş olduğunu ve o sessiz derinlikten hiç bir zaman yukarı çekilmeyeceğini ayrımsayan bir dalgıç gibi hatta.. Duracak, görecek, hiçbir şey yoktu, her yerde ve sürekli ve sürekli hiçlikle çevriliydi insan, boyuttan ve zamandan tümüyle yoksun boşlukla…”




Köklerini, bağlarını, aidiyet duygunu ve insani hislerini elinden alarak seni yok etmeye çalışanlara karşı yapılan savaştır bu. Ünlü yazar Stefan Zweig, Satranç adlı kısa romanında dünya ile son hesaplaşmasını yapmıştır adeta. 1942 yılında intihar etmeden önce yazdığı son romanıdır. Avusturyalı bir Yahudi olan Zweig, Nazi rejimi boyunca vatanından ayrı kalmış, çeşitli ülkelerde yersiz-yurtsuz, köksüz bir hayat mücadelesinin içine düşmüştür. Bu sırada, Nazi baskısına karşı net tavır takınmadığı ve hatta işbirlikçi olduğu söylenerek bazı çağdaşları tarafından dışlanmıştır. Sürgün hayatının son durağı olan Brezilya’da eşi Lotte ile beraber intihar eder. Bu son, onu evsiz bırakanlara ve sessiz kaldığı, kaçtığı için suçlayanlara verilen cevaptır. Satranç, yazarın kendisini sürgün hayatı yaşamaya zorlayanlarla, pasif direnişini anlamayarak duyarsız sayanlarla, dünyayı cehenneme çeviren Nazilerle ama en çok da kendisi ile hesaplaşmasını yansıtır. Uzun öykü ve ya kısa roman olarak tanımlayabileceğim bu eşsiz eseri, yazarın hayat öyküsünü dikkate alarak okumanızı tavsiye ederim.


Bir vapurda geçer hikaye. İki ana karakter etrafında yer alır kurgu: Czentovic ve Dr. B. İyi ile kötünün, siyah ile beyazın karşılaşması. Dünya satranç şampiyonu olan Czentovic, yetim kaldığı için bir papaz tarafından büyütülen, zar zor okumayı öğrenebilen, zekası yetersiz, dünyaya ilgisiz, duygusal açıdan da oldukça sığ biridir. Başka tüm alanlara kapalı olan aklının satrançta inanılmaz derecede başarılı olduğu tesadüfen ortaya çıkar. Ancak kabalığı ve kültürsüzlüğü ile sadece paraya önem verir. Dr. B. ise Avusturya’lı bir avukattır. Nazi yönetimi tarafından, saray ve kiliseden olan müvekkilleri hakkında bilgi edinmek amacıyla tutuklanır. Toplama kamplarına gönderilmez ama başka bir psikolojik işkence yöntemi uygulanır: Hiçlik duygusu ile benliğini yok etmek. Tek başına, yanına kalem bile verilmeden, insan yüzü görmeden bir otel odasında yaşamak zorunda bırakılır. Bir gün sorgulama için beklerken bir kitap çalar. Bu kitap, bir satranç albümü, yüz elli ustanın oyunundan oluşan bir toplamadır. Dünyaya tutunacak başka bir dalı olmayan Dr. B., bu kitaptaki her oyunu kafasında defalarca oynamaya başlar. Dünyası siyah-beyaz taşlar üzerine kuruludur artık. Ancak, aklını yitirmemek için sarıldığı bu oyun onu deliliğin sınırına getirecektir.




Dünyayı kana bulayan, acının ve vahşetin doruklarına ulaşılan zamanlardır II. Dünya Savaşı yılları. Ancak kaba kuvvetin yanı sıra psikolojik işkencenin de incelikle uygulandığını göreceğiz. Hem de akla gelebilecek en zekice soyutlama yoluyla… "Bize hiçbir şey yapmadılar, bizi tümüyle hiçliğin içine yerleştirdiler, çünkü bilindiği gibi yeryüzünde hiçbir şey insan ruhuna hiçlik kadar baskı yapamaz." diye tarif eder hiçliği Dr. B. romanda. "Cehennem hiçlikten daha iyidir" dediği gibi Bailey’nin.


Czentovic ile Dr. B.’nin satranç maçı anlatılır kitapta. Zweig, siyah ve beyaz taşların mücadelesi adı altında iyi ile kötünün savaşını yansıtmaktadır aslında. Bir anlamda, Avrupa ile Hitler faşizminin müsabakası da diyebiliriz. Zekası yetersiz olmasına karşın tek bir konuya odaklanarak, kurnaz hamlelerle istediği zaferleri elde edebilme imkanını da yansıtmaktadır. Özünde iyi ve uysal olanın, rakibinin yöntemi ile davranmaya başladığında nasıl da hırsa yenilebildiğini, renk değiştirerek kötücül hislere kapılabildiğini görürüz. Kötü olanın duygudan, duygusal tepkilerden uzak olduğu için soğukkanlı şekilde hükmedebildiğini fark ederiz. 


Neden satranç ile anlatılmaktadır bu ezeli rekabet? Sadece taşların siyah ve beyaz olması yeterli mi iyi-kötü karşıtlığını vurgulamaya? Yoksa altmış dört kare - otuz iki taş ile sınırlı gibi görünen oyunun, akılda defalarca kurgulanabilmesi ve düşüncenin gücü ile sonsuzluğa uzanması bir etken midir? Zeki olmak kadar sabır, taktik, rakibinin zayıf yönlerini ve psikolojisini dikkate alarak bezdirme gibi faktörlerin her ikisinde de kazanmak için önemli olması bir neden midir? Yazarın tanımı ile satranç "Bütün karşıt çiftlerin bir kerelik birleşimi" olduğuna göre, hunharca öldürmenin bile vatan sevgisi adı altında yumuşatılmasının, savaşı kabul edilebilir kılmanın simgesi olabilir mi?


Büyük bir ikilemi, zıtlıkların bileşimini, dünya tarihini değiştiren oyun ve taktikleri sembolik bir dille kurgular Zweig romanda. Eşsiz bir dil ve harika bir anlatım. 


Usta yazarın veda mektubu, belki de son dersi diyebilirim bu kitaba…

Bir solukta okunup bitirilen ama etkisi ve tadı sonsuzluğa doğru büyüyen… Aynı satranç gibi…

Kitap kokusuyla kalın :)



Paylaş

Benzer Yayınlar

SATRANÇ (Schachnovelle) - STEFAN ZWEIG
4/ 5
Oleh

Abone Olun!

Yazılarımı Beğendiniz mi? Abone Olun Yeni Yayınları Kaçırmayın.