5 Ağustos 2018 Pazar

İNSANIN ANLAM ARAYIŞI (MAN'S SEARCH FOR MEANING) - VİKTOR FRANKL

Victor E. Frankl’ın ‘İnsanın Anlam Arayışı’ adlı kitabı üç bölümden oluşur. İlk bölümde yazar toplama kampında yaşadıklarını anlatır. İkinci bölümde ise toplama kampında yaşadıklarından elde ettiği öğretilerle kendi kuramını oluşturduğu Logoterapi’ den bahseder. Son bölüm olan üçüncü bölümde ise insanın hayatın acı yönlerine karşın nasıl iyimser kalabileceğine ilişkin düşüncelerini paylaşır.




Kitabın ilk bölümü: Toplama Kampları:

Toplama kampına gelişiyle birlikte ailesiyle olan bütün bağlarından uzakta, kendisi gibi kader mahkûmu insanların arasındadır. Burada eskiden ne kadar iyi bir doktor olduğunun, nereden geldiğinin bir önemi yoktur. Onu, diğer tutuklulardan ayıran tek şey hayatta kalmak için neler yapabileceğidir. Bu acımasız yerdeki hayatta kalma savaşında onu motive eden şey hayata yüklediği anlam olur. Bu mücadelede güçsüzlüğe, hastalığa, dinlenmeye yer yoktur. Toplama kamplarında her kim fiziksel olarak güçsüz ve ağır koşullarda çalışamayacak bir durumdaysa onlar daha bu mücadeleyi başından kaybedenlerdi, onlar gaz odalarında yakılarak vahşice öldürülenler, kadere boyun eğmek zorunda kalanlardandı. Bir de bu mücadelenin ilerleyen dönemlerinde elenenler vardı. Onlar bir gün kurtulacakları ümidiyle yaşayan ancak bu beklentilerinin acı bir şekilde gerçekleşmediğini gördükçe önce bütün ümitlerini sonrasında hayatlarını kaybeden insanlardı. Ya intihar ediyorlardı, ya da krize girip günlerce yataklarından çıkmayıp acınılası bir durumda kendilerini ölüme mahkûm ediyorlardı.

Hayat şartlarının bu kadar olumsuz olmasına rağmen bu mücadele nasıl yürütülebilirdi? Yazar bu sorunun cevabını etkileyici örneklerle verir. İnsanın hayatta her şeye alışabileceğinin ve her koşulda kendini savunabileceği güce ulaşabileceğinin kanıtıdır bu kitap. Peki nasıl? Tabii ki, hayata verdiğimiz anlamla... Yazar toplama kampına götürülmeden önce yazmakta olduğu kitabını kaybetmekle yaşadığı üzüntünün tesellisini tekrar bu kitabı yazabilecek olmanın hayaliyle avutur. Ve bu onu güçlü tutar. Yazarın kendisiyle ve kamp hayatıyla verdiği bu mücadeleyi onurlu bir şekilde devam ettirmesiyle, bize bir ‘insanlık’ dersi de verir. Yazar, kampta doktor olarak da çalışmıştır ve bu dönemde kamptan kaçma ve kamptaki hastalara yardım etmek arasında bir seçim yapmak zorunda kaldığı zaman, kampta kalıp o hasta insanlara yardım etmeyi seçmiştir.

Yazarın önemli bir ifadesi de bana göre iki türlü insan ırkı olduğunu söylemesidir. ‘Soylu insan ırkı’ ve ‘soysuz insan ırkı’ diyerek ayırdığı bu iki insan topluluğun farkı sadece onurlu bir hayat ve insanlıktır. Bir insanın toplama kampında bile nasıl onurlu olabileceğini ifade etmek amacıyla bu terimleri kullanmıştır. Bunu ifade etmek için şu karşılaştırmaları yapar. Gaz odalarını icat eden de insandır, gaz odalarına duayla ve gururla yürüyen de insandır. Toplama kamplarında artan ekmeğini paylaşan gardiyanlar da insandır, şiddet uygulayan, onları aşağılarcasına davrananlar da insandır. Onurlu olan insan hiçbir şartta onurundan vazgeçmeyecektir. 

Yazar her acıya bir anlam yükler, önemli olanın bu acıları çekerken bu acılardan ne anlam çıkardığımızdır ona göre. Eğer bu acılar bize bir anlam ifade etmiyorsa, bizim hayattaki varoluşumuza ilişkin öğretide bulunamaz. Bu nedenle, acıyı hayattan çıkarmaya çalışmaz veya onu görmemezlikten gelmez, acıda da bir anlam olması gerektiğini vurgular. Bu düşünceler ışığında benim de fark ettiğim gerçek şudur ki, acılarla mücadelemizde insan oluruz veya insanlığımızı kaybederiz ve acılara olan dayanıklılığımız belirler hayatımızı. İçimizdeki onurlu insan, acılarla mücadele etmeyi bilen ve bu acıların bir anlamı  olduğunun farkında olan insandır. Bu bakış açısı aslında kitabın en güzel mesajlarından birini vermektedir. Bizi biz yapan şeyler de zaten yaşadığımız acıların ardından gelmez mi, bizi hayata verdiğimiz anlam yaşamak için istekli kılmaz mı? Hayatla olan mücadelemizde uğruna feda ettiğimiz her şey, işte bu anlamlar içindir. Eğer bu anlamlar olmazsa bizde yaşamak için bu mücadeleye sarılmazdık. Hayatlarında boşluk yaşayan insanlar ya da hayata artık bir anlam yükleyemeyen insanlar değil midir intihara teşebbüs edenler? Kitapta acılarla ilgili o kadar güzel sözler var ki bunların hepsi bize yol gösterici olabilecek niteliktedir. ‘Acı duygusu, buna ilişkin net ve kesin bir tablo oluşturduğumuz an, acı olmaktan çıkar’ sözü gibi. Yazarın bir diğer düşüncesi de geleceğe yönelik anlamlar ve nedenlerimiz olmasının varoluşumuzun kurtarıcısı olduğunu söylemesidir. Bu bakış açısını güzel bir sözle ifade eden ünlü filozof Nietzsche’ nin ‘Yaşamak için bir neden’i olan kişi, hemen her nasıl’a dayanabilir’ sözü aslında bu anlatılanları en güzel ve yalın şekilde özetlemektedir.

Yazar, tutukluları umutsuzluktan koruyan şeyin, acılara katlanmak ve bunu kaderleri olarak kabullenmek olduğunu söyler. Bu da yazarın kadere inandığını ve onunla barışık olduğunu göstermekle beraber, acıların hayatımızın bir parçası olduğunu kabullenmemiz gerektiğini vurgulamaktadır. Yazar varoluşumuza bahşettiğimiz anlam ve hayata olan bağlılığımız arasındaki ilişkiye dair kendi düşüncelerini belirtirken bu konuda verdiği çarpıcı bir gözlemle bu ilişkinin doğruluğunu bize kanıtlamaktadır. Yazar, 1944’ ün son haftasıyla 1945 ilk günleri arasındaki ölüm oranının, önceki ölüm oranlarından çok büyük bir artış gösterdiğini şu şekilde yorumlamaktadır: ‘Bunun nedeni tutukluların çoğunun, yılbaşına kadar tekrar evlerinde olacağı yolunda safça bir umutla yaşamış olmalarıydı. Yeni yıl yaklaştıkça gelen haberler cesaret verici olmadığı için, tutuklular cesaretlerini yitirmiş ve hayal kırıklığına yenik düşmüşlerdi. Bu da direnme güçleri üzerinde tehlikeli bir etki yaratmış ve birçoğu ölmüştü.’


Kitabın ikinci bölümü’nün adı: “Genel İlkeleriyle Logoterapi “

Logoterapi, “Anlam kazandırma yoluyla terapi”dir. Geçmişe değil geleceğe yönelim vardır, gelecek için bulunan yeni anlamlar bu terapi yönteminin başlıca temasıdır. Ayrıca Logoterapi “yeniden insanileştirici” ekol olarak da tanımlanır; kişi suçluluk, eksiklik, acı ve sıkıntılarla yoğrulmuş olsa bile, kendi hayatıyla yüzleşmelidir. Bu kavramın insana yüklediği en büyük görev, sorumluluk bilincidir. Kişi sorunlarını, varoluşunun anlamları üzerinden değerlendirir ve onlarla baş etmeye uğraşır. Logoterapi’nin asıl işlevi, insanın hayatına anlam kazandırabileceği amaç ve hedefler bulmasını sağlamaktır. Güçlü bir motivasyon değerine sahip olan Logoterapi, “Anlam istemi”yle, kendisini “anlam arayışı”na bırakır. İnsan; kaotik, sıkıntılı ve gerilimlerle dolu bir hayattan kaçmak yerine uğrunda ter dökeceği, gerekirse acı çekeceği bir anlam ve bir sebep bulmalıdır. Bu sözleri takdire değerdir ve yaşadığımız zorluklara kazandırdığı yeni bir perspektifle birlikte aslında bizi hayata karşı güçlendirebilecek bir öneri sunmuştur.


Kitabın üçüncü ve son bölümü: İyimserlik 

“Her şeye karşı yaşama Evet diyebilmek”, yaşamın her koşulda, hatta en kötü koşullar altında bile potansiyel olarak var olduğunu varsaymaktır. Optimist (iyimser) düşünce; kişiye, değişme ve kendini iyiye dönüştürme fırsatı sağlar. İnsanın olumsuz, negatif olana karşı geliştirdiği iyimser tavır zorluklarla daha kolay savaşabilmesine olanak tanır. Bu bölümde beni en çok etkileyen şey Freud ve kendi bakış açısını karşılaştırmasıdır. Yazar, Sigmund Freud’un insanları açlığa terk ettiğinizde hepsinin farklarının kaybolacağının ve açlık güdüsüne karşı hepsinin aynı davranacağını savunmasını eleştirmiştir. Çünkü toplama kampında böyle olmamıştır, o en acımasız şartlarda bile onurlu ve onurlu olmayan insanlar hemen fark edilebilmiştir. Yani, koşullar ne olursa olsun ortaya her zaman tek tip insan çıkmaz… 

İnsan kalanlar vardır ve insanlıktan çıkanlar vardır.


Kitapsız kalmayın :)

Paylaş

Benzer Yayınlar

İNSANIN ANLAM ARAYIŞI (MAN'S SEARCH FOR MEANING) - VİKTOR FRANKL
4/ 5
Oleh

Abone Olun!

Yazılarımı Beğendiniz mi? Abone Olun Yeni Yayınları Kaçırmayın.