31 Temmuz 2018 Salı

RUH AVCISI (THE ALIENIST)

Yapımcıları arasında True Detective’in yönetmeni Cary Joji Fukunaga‘nın da yer aldığı The Alienist, bir seri katili devirmek için birlikte çalışan üç farklı kişinin macerasını konu alıyor.




Celeb Carr’ın aynı adlı romanından televizyona uyarlanıp oyuncu kadrosunda Daniel Brühl, Luke Evans, Dakota Fanning ve Brian Geraghty gibi önemli isimlerin yer aldığı The Alienist, 19. yüzyılın New York sokaklarında geçen bir polisiye dizi. 


Dizinin beni kendine çeken özellikleri; oyuncu kadrosu ve performansları, hikâyenin karanlık ve rahatsız edici yönü, toplumdaki değişime farklı bir bakış getirmesi ve New York’un o zamanki dönemlerine uygun olarak hazırlanmış olan kostümlerin ve ortamın sizi adeta içine çeken tarihi dokusu.


Açılış sahnesi şöyle bir cümle ile başlıyor:

“In the 19th century, persons suffering from mental illness were thought to be alienated from their own true natures. Experts who studied them were therefore known as alienists“
19. yüzyılda, mental rahatsızlıktan muzdarip olanların kendi doğalarından, ruhlarından uzaklaştıkları kabul edilirdi. Bu yüzden onlarla ilgili çalışmalar yapan uzmanlar da Ruh Avcısı adıyla anılırlardı.


Sadece bu cümleyle bile baktığınızda toplumun akıl hastalıklarına bakış açısının ne kadar sığ ve kabul görmez olduğu düşünülebilir. Çünkü mental rahatsızlığı olanlar kadar, onları anlamaya ve yardım etmeye çalışan uzmanların da saygı görmediği, toplumdan dışlandığı ve yabancı olarak kabul edildiği sonucuna ulaşabiliriz. 




İşte böyle bir toplumsal yorumlamanın içinde dizinin merkezinde yer alan Dr. Laszlo Kreizler (Daniel Brühl), John Moore (Luke Evans) ve Sara Howard (Dakota Fanning) bir seri katilin peşine düşüyorlar. Küçük erkek çocuklarını oldukça vahşi bir ritüelle öldüren katilin yakalanmaya çalışılması esnasında, toplumun değişime karşı sert direnişi, sosyal sınıf farklılarından kaynaklı aşağılanma ya da yüceltme gibi kavramlar ve sapkınlık olarak nitelendirilebilecek bazı olayların da görmezden gelinerek gizli(!) bir şekilde devam etmesi işleniyor.


Katilin hedefinde olan çaresiz küçük çocuklar dönemin gece hayatında bedenlerini sergileyerek hayatta kalmaya çalışıyorlar. Bu nedenle bir noktadan sonra öldürülen kurbanlar, katili bir kurtarıcı olarak görmeye başlıyorlar. Çünkü aile içinde yaşadıkları kötü olaylar, yoksulluk, açlık ve sevilme ihtiyaçları nedeniyle bir labirentin içine hapsolmuş durumdalar. Bir nevi Stockholm Sendromu durumu…


Tüm bunların yanında sosyal statünün nelere kadir olduğunu da görmeye başlıyoruz. Soruşturmanın ilk zamanlarında şüphelerin ortasındaki zengin bir ailenin çocuğunun, statüsünü ve parasını kullanarak, her şeyi satın alabileceği bir düzenin varlığına şahit oluyoruz. Hoşumuza gitmese de sosyal statünün bazı ayrıcalıkları beraberinde getirdiğini hepimiz biliyoruz. Ayrıcalığın izlerini katil çocukları öldürürken de görmeye devam ediyoruz. Bu durum aynı zamanda polis teşkilatı içindeki yozlaşmayı da beraberinde getiriyor.




New York Polis Teşkilatı içindeki ilk kadın olarak izlediğimiz Sara Howard karakteri, Dr. Kreizler’ın çalışmalarını dikkate değer bulup, önemsese de, hikâyenin ilerleyişiyle Sara ve Dr. Kreizler arasındaki garip etkileşim, ailelerinden kalma sorunları nedeniyle çok da sağlıklı bir şekilde başlamıyor. Bu iki güçlü karakteri bir araya getiren John Moore ise gazeteci ve ressam olarak üçgenin bir diğer sorunlu mihenk taşı olarak karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla bu karanlık kedi fare oyununun başrolündeki karakterler, peşlerine düştükleri katil gibi sorunlu bir geçmişten geliyorlar.


Hikâyeyi klasik bir polisiye temelinden çıkaran ise; bu karakterlerin hikâyeyle beraber geçirdikleri ruhsal değişim. İzlerken, birbirlerinden hoşlanmadıkları gibi hisse kapılmanız mümkün. Ama buradaki asıl sorunun, geçmişten kalan yükleriyle ilk anda nasıl baş edeceklerini bilmemeleri olduğunu zamanla kavrıyorsunuz. Karakterlerin evrilmesiyle hikâye daha da ilgi çekici bir hale gelmeye başlıyor. Hatta final bölümünde zirve yaptığını belirtmeliyim. Şaşıracaksınız ! 


Daniel Brühl, Luke Evans ve Dakota Fanning canlandırdıkları karakterleri oldukça gerçekçi bir biçimde ekrana yansıtıyor. 3’lü arasında rahatsız edici bir dinamizm var. 


Limited Series olarak lanse edilmiş olsa da bir kitap serisinin başlangıcı niteliğindeki bu ilk sezonun sonunda devamının gelmemesi için bir neden görememiştim. Nitekim izleyicinin büyük ilgisi sonucunda yapımcılar da böyle düşünmüş olacak ki yeni sezonun yolda olduğuna dair görüşler var. 


Sevindirik oldum :) 


Paylaş

Benzer Yayınlar

RUH AVCISI (THE ALIENIST)
4/ 5
Oleh

Abone Olun!

Yazılarımı Beğendiniz mi? Abone Olun Yeni Yayınları Kaçırmayın.