28 Temmuz 2018 Cumartesi

GAZAP ÜZÜMLERİ (THE GRAPES OF WRATH) - JOHN STEINBECK

John Steinbeck’in tartışmasız en büyük eseri olan ve ona Pulitzer ödülünü kazandıran Gazap Üzümleri, 1939’da ilk kez yayınlandığında şok etkisi yaratmış ve büyük tartışmalara yol açmıştır. Romanda, tüm dünyayı sarsan “Büyük Buhran” döneminde bir yandan tarımın kapitalistleşmesi diğer yandan ekonomik krizler nedeniyle gittikçe yoksullaşan ve mülksüzleşen kalabalıkların, her şeye rağmen onurlu bir biçimde ayakta kalma destanı anlatılıyor dersem abartı olmaz.


Büyük zorluklara, sıkıntılara rağmen hayat her zaman akar. Yaşam; acılar, hüzünler içinde de olsak devam eder. Ölüm, doğum, hastalık, sevinç, üzüntü, endişe hep vardır ve bunları önlemenin yolu yoktur. Yani eğer vakti gelmişse yaşanır…




Hızlı bir sanayileşme süreci sonrasında toprağa bağlı yaşamaya alışmış işçi aileleri, açlık, sefalet ve zorbalık yüzünden yurtlarını terk edip yollara düşmek zorunda kalır. Steinbeck, bu işçi ailelerinden Joad ailesinin hikâyesini anlatır.


Joad’lar kiracı oldukları topraktan çıkmak zorunda kalırlar. Onları evlerinden çıkaran toprak sahipleri ise asıl suçlunun banka olduğunu söyler. Banka bir canavardır onlara göre:

“Üzgünüz. Biz de istemiyoruz. Canavar istiyor. Banka insan değildir.
-Evet, ama banka insanlardan oluşur. “


Bir ümitle batıya doğru, iş bulabilecekleri bir yere giderek çalışmak isterler. Amaçları geniş bir aile olarak hep beraber çalışmak, bir miktar para kazanmak ve toprak alıp geçimlerini sağlayabilmektir. Böylece bu büyük yolculuk başlar.

“Burada çok kötü günler geçirdik. Orada her şey bambaşka olacak... Birincisi, herkese iş var, sonra ortalık yemyeşil, portakal ağaçlarının ortasında evler bembeyaz.” 


Yolda zorluklarla karşılaşacaklarının farkında oldukları kadar başka seçeneklerinin olmadığının da farkındadırlar. Evleri yıkılmış ve ekip biçecekleri bir tarlaları kalmamıştır. Fakat yine de bu yolculuğun ailenin en zor günlerinin başlangıcı olduğunu tahmin edememişlerdir.


İlk büyük hüznü büyükbabanın yolda ölmesiyle yaşarlar. Sonrasında büyükanne ölür. Anne Joad aileyi uzun süre birlikte tutmak için çabalar. Ancak ayrılmalar, çekip gitmeler başlar. En sonunda kitabın ana karakteri olan oğlu Tom Joad’u da kendisi göndermek zorunda kalır.


Bütün bunlar aynı zamanda insanları da değiştiriyor. Tom da bunu fark edince annesine şöyle diyor:

“Anne sen eskiden böyle değildin.
-Hiç evimden kovulmamıştım ki, ailem hiç yollara düşmemişti ki, daha önce eşyalarımı, her şeyimi satmamıştım ki. İşte şimdi hepsi başıma geldi. “


Ailenin yaşadığı açlık, yolda Kaliforniya’ya ulaşmak için harcadığı çaba, çocukların hastalanması, aile bireylerinin sıkıntıları gibi bir çok olay okurda ister istemez bir empati duygusu yaratıyor.


Joad ailesi gördükleri bir ilan nedeniyle Kaliforniya’ya giderler. İlanda dolgun ücret ve çok işçi aranıyor yazılıdır. Ancak yoldayken ne ile karşılaşacaklarının ilk uyarılarını alırlar. Yine de ellerinde kalan tek şeye, yani umutlarına tutunarak yola devam ederler. 

“Bu ilanı bastıran adamı görünceye dek hiçbir anlamı yok elbet. Onu ya da adamlarını göreceksin. Siz ve sizin gibi elli aile yakında bir yerde kamp kuracaksınız. O da gelip yiyecek bir lokma ekmeğiniz kalıp kalmadığını anlamak için çadırlarınıza bakacak. Eğer yoksa, o zaman iş istiyor musun?' diye soracak. Sen de, 'Elbette istiyorum efendim. Bana bir iş verirseniz size müteşekkir olacağım,' diyeceksin. O da, 'Sen işime yararsın,' diyecek. 'Ne zaman başlarım?' diye soracaksın. O da sana hangi saatte nereye gideceğini söyleyecek, sonra da çekip gidecek. Ona iki yüz kişi gerekliyse, beş yüz kişiyle konuşacak, onlar da başkalarına haber verecek, sonunda sana söylenen yere gittiğinde bir bakacaksın ki, bin kişi toplanmış. Oradaki adam, 'Saat başına yirmi sent veriyorum,' diyecek. Belki gelenlerin yarısı dağılacak. Ama aç olduğu için para değil bir somun ekmek karşılığında çalışmaya razı olan beş yüz kişi orada kalmış olacak. Böylece onlarla şeftali ya da pamuk toplamaları için sözleşme yapılacak. Anlıyor musun? Ne kadar çok adam toplarlarsa ve topladıkları insanlar ne kadar aç olursa, o kadar az ücret verirler. Elinden gelirse, çocuklu olanları işe alır, çünkü... neyse, boş ver, moralini bozmak istemediğimi söylemiştim." 


Yolun sonunda ise ancak sadece karın tokluğuna çalışabilecekleri şirketler ve çiftliklerle karşılaşırlar. İş yoktur, olanlarsa mevsimliktir. Sadece bir kaç günlük yiyeceklerine yetecek kadar para kazanırlar. Bazı yerlerde ise eğer çok işçi gelirse vaat edilen ücret düşürülür ancak yarısı ödenir. Gelenlerin buna bile muhtaç olduklarını bilirler. Ancak eğer birisi hakkını aramaya, daha iyi koşullar ve söz verilen ücreti isterse hemen “kızıl” olmakla, kışkırtıcılık yapmakla suçlanır ve polisler onu içeri atar. Korktukları tek bir şey var:

“Tek bir şeyden korkuyorlardı: Üç yüz bin kişi, tek bir önder altında yürürse her şey biterdi. Aç ve yoksul üç yüz bin kişi; öz bilinçlerine varırsa, tüm topraklar onların olur, hiçbir silah onları durduramazdı. Ve elde ettikleri mülkiyetlerin sonucunda insanlık dışı yaratıklara dönen büyük toprak sahipleri, sonlarına doğru koşuyorlar, uzun dönemde kendilerini mahvedecek her aracı kullanıyorlardı. Her şiddet gösterisi, Hooverville'e yapılan her baskın, sefalet içindeki kampta kasıla kasıla yürüyen her polis, o günü birazcık olsun uzaklaştırıyor ama kaçınılmazlığını daha da kesinleştiriyordu.” 


Binlerce kişi açlıktan ölürken, çiftlik ve tarla sahibi olan zorbalar ürünlerinin ücreti düşük olduğu için onları ya atıyor ya da yakıyordu.

“Kamyon dolusu portakallar yere boşaltılıyor. Meyve almak için kilometrelerce uzaktan insanlar geliyor ama olacak şey değil bu. Gidip yerden portakal toplamak varken, neden kilosuna yirmi sent versinler? Ve çiftçiler, portakalların üstüne benzin döküp yakıyorlar, işlenen suça ve meyve almaya gelen insanlara kızıyorlar. Bir milyon insan aç, bir milyon insan meyveye muhtaç ama sapsarı portakal yığınlarının üstüne benzin dökülüyor. Tüm bölgeyi çöp kokusu kaplıyor. 
Gemilerde yakıt yerine kahve yakın. Isınmak için mısır yakın, çok iyi ısıtıyor. Patatesleri ırmağa dökün ve aç insanlar onları sudan çıkartmasın diye ırmak kıyısına muhafızlar dikin. Domuzları öldürüp gömün, bırakın leş gibi koksun ortalık.
Ve besin yetersizliğinden ölen çocukların ölmeleri gerek, çünkü portakaldan yeterince kar edilmiyor. Defin memurlarının kağıtları şöyle imzalamaları gerekiyor: Besin yetersizliğinden ölmüştür. Çünkü yiyeceklerin çürümesi gerekli, bu işin yapılması zorunlu.
İnsanlar, ırmaktan ağlarla patates toplamak istiyor, muhafızlar onları engelliyor. Külüstürleriyle yerlere atılan portakalları almaya geliyor ama meyvelerin üstüne gaz dökülüyor. Ve çekilip bir kıyıda duruyor, çukurda öldürülen domuzların çığlıklarını dinliyor, sonra çukurların dolduruluşunu, portakal yığınlarının kül oluşunu izliyorlar. Aç insanların bakışlarına giderek artan bir öfke yerleşiyor. Gazap üzümleri insanların ruhlarında olgunlaşıyor, bağbozumu yaklaşıyor...  “




Her dönemin bir değil çok sayıda Joad ailesi var. Daha iyi bir yaşam, daha iyi şartlar, daha iyi bir eğitim vs. için yollara düşen... Bu ümide yolculuklar hep vardı ve hep var olacaktır.


Kitabı okurken kendinizi o ailenin bir ferdi olarak hissetmemeniz imkânsız diyebilirim. Onlarla birlikte yolculuk ediyor, korkuyor, üzülüyor ve o açlığı midenizde hissediyorsunuz. Ezilmenin, çaresizliğin, direnişin, birlik olmanın hikâyesi... Hüznün, öfkenin, sefaletin, açlığın romanı... İçinizde incecik bir sızı ve biraz da utanç bırakıyor. Joad ailesinin tuzsuz  çorbalarını, sabunsuz duşlarını, tek öğünlük beslenmelerini okudukça; birbirinden leziz yemeklerle kurduğunuz sofralarınızdan, çeşit çeşit baharatlarla tatlandırdığınız çorbalarınızdan, mis kokulu sabunlarla aldığınız duşlardan utanç duymaya başlıyorsunuz. İnanın bana ne demek istediğimi bu romanı okuduğunuzda daha iyi anlayacaksınız.


Betimlemeler şahaneydi. Sanırım Steinbeck’i Steinbeck yapan en büyük özelliği betimlemelerinin ustaca olmasından kaynaklanıyor. Kitabın sayfa sayısının fazla olması sizi korkutmasın. Müthiş derecede sürükleyici. Okuyanın asla pişman olmayacağını düşündüğüm bu kitaba on üzerinden yüz veriyorum.


"Ve nerede birileri özgür olmak için mücadele ediyorsa, onların gözüne bak anne, beni göreceksin."

Paylaş

Benzer Yayınlar

GAZAP ÜZÜMLERİ (THE GRAPES OF WRATH) - JOHN STEINBECK
4/ 5
Oleh

Abone Olun!

Yazılarımı Beğendiniz mi? Abone Olun Yeni Yayınları Kaçırmayın.