12 Ekim 2018 Cuma

MEZARIMDAN YAZIYORUM - MACHADO DE ASSIS

"…ve ben, kendi odamda, kendi kitaplarımın yakınında, kendi sandalyeme oturmuş, kendi arazime bakıyor, kendi kuşlarımın şakımalarını dinliyor, kendi güneşimin ışıklarıyla aydınlanıyorken benim olmayan diğer sandalyeye duyduğum özlem ne kadar istesem de bitmiyordu."





Yaşamı süresince hak ettiği üne kavuşamamış olan oyun yazarı, romancı, şair ve öykücü Machado de Assis, Brezilya edebiyatının en ünlü yazarlarından biri olarak kabul ediliyor. Assis’in yapıtları XIX. ve XX. yüzyıl Brezilya edebi akımlarını derinden etkilemiş; Saramago, Fuentes, Sontag ve Woody Allen gibi isimlere ilham kaynağı olmuş. Mezarımdan Yazıyorum da, Assis’in yazınında bir dönüm noktası oluşturur ve XX. yüzyıl Latin edebiyatındaki birçok modern yeniliği müjdeler. Lakin eserin kurgusu, hayatı yanlış adımlar ve kibrin yol açtığı bir sinizmle sonuçlanmış bir yazarın otobiyografisi olması bağlamında pek parlak değildir. Zira kahramanımız Cubas, büyük erdemler ya da büyük günahlarla iştigal etmemiş ve bu bağlamda insanın trajedilerini, zaferlerini tüm romantizmiyle yaşamamış, sıradan, sade bir burjuvadır. Peki hal böyleyken Assis okurunu nasıl kazanmıştır?


Assis, anlatıcısı Brás Cubas üzerinden bir yazar ve ölümlü olarak zamanla mücadelesini temel alıyor. Bizlere mezardan yazan, ölü anlatıcımız Cubas, eserde yaşamının önemli yanlarını, okul yıllarını, Avrupa’da geçirdiği zamanları ve bakan olma çabalarını birkaç cümleyle geçiştirerek ekseriyetle dört kadınla olan tecrübelerine odaklanır: Parasını alıp onu terk eden Marcella, kendisinin terk ettiği Eugenia, ilk sevgilisi-aşkı Virgilia ve ona çocuğunu verdikten sonra hayatını kaybeden Nhan-lóló.


Zaman, geçmekte olan dakikayla değil, gelecek olan dakikayla ilgilenir. Yeni başlayan dakika güçlüdür, neşelidir, bağrında ebediyeti taşıdığını sanır; ama getirdiği tek şey ölümdür ve o da kendinden öncekiler gibi yok olup gidecektir.


Cubas, eseri boyunca yalnızca onu ölüme götüren zamana değil, ideallerinin, hayallerinin, amaçlarının, ilişkilerinin ve duygularının ölümüne de boyun eğer ve her ölümüyle birlikte bir önceki yaşamını bir sonrakiyle bütünleştiremeyeceğinin farkına varır. Buna iki örnekte şahit oluyoruz: Birincisi Cubas’ın eski arkadaşı Quincas ile karşılaşmasında yaşanan saatin çalınmasında, ötekiyse Cubas’ın saatini tamir ettirmek için gittiği dükkanda eski sevgilisi Marcella ile karşılaşmasında. Bu iki karşılaşma da saatin sembolize ettiği ve anlatıcının eski benliği ile yeni benliğini oluşturan Nietzscheci bir zaman unsuruna, kişinin ölümü aracılığıyla yeniden doğuşuna dayanıyor. Bu şekilde Cubas, zaman içinde geriye gitme çabalarında başarısız olduğunun ve olacağının farkına varıyor. Altını çizmek gerekir ki, kişinin geçmiş zamanda hapsolmuş eski benliğinin sembolize ettiği ölüm, eserin temel taşlarından birini oluşturmaktadır. Zira roman da anlatı boyunca iki defa anlatıcının ölümüne merkezlenir. İlk dokuz bölüm, anlatıcının hastalığı ve ölümüyle başlayıp zamanda geriye döner; lakin ardından tekrar ölümüne odaklanır. İkinci dönüş ise eserin onuncu bölümünde Cubas’ın doğumuyla başlayarak yaşantısının olgunluk dönemindeki iştigallerini kapsayarak yeniden ölümüne varır.


Bir çok kilit noktada yazarın, anlatıcının görüşlerine karşı çıktığını da belirtmeliyim. Örneğin genç Cubas, Marcella’nın onu sevdiğine inanırken yazar duruma ironik ve alaycı yaklaşmaktadır (yaklaşımlardaki bu tezatlıkların kimi zaman William Blake’in Masumiyet ve Tecrübe Şarkıları hissiyatını uyandırdığını söyleyebiliriz). Lakin yazar ile Cubas arasındaki en mühim farklılık, karakterin geçmiş zaman ve üçüncül anlatımla sınırlanmışken, yazarın birincil anlatım ile zamanlar arasında geçiş yapabiliyor olması. Böylece yazar, anlatıcının aksine, zamana karşı olan mücadelesinde üstün geliyor.


Bir de eserin okuru ile olan yakın ilişkisi söz konusu. Assis, okurunu çalışmasına dahil edebilmek adına farklı teknikler kullanıyor. Genellikle doğrudan okura hitap eden anlatıcı, kimi zaman okurundan kitabın belli bir kısmına dönerek hafızasını tazelemesini, kimi zaman da bir noktaya daha çok ilgi göstermesini talep ediyor. Bu çeşit yöntemlerle yazar sahip olmak istediği okurun imgesi yaratarak, romanda aktif bir biçimde yer alacak eleştirel, hayal gücü kuvvetli ve karar verebilen bir okur tercih ediyor.


Nihayetinde Assis’in eseri, okurlarını kurgusal bir geçmişte sınırlamak yerine metnin içinde sonsuzluğu barındıran yeni bir biçem yaratmayı başarıyor. Bu sonsuzluğun bağlamında söyleyebiliriz ki, Mezarımdan Yazıyorum nihai formunu bir sonuç olarak değil, eski benlik ile yeni benliğin yarattığı ölüm-yaşam tezatlığının gebe kaldığı bir diyalektik olarak alıyor. Cubas’ın cansız bir yazar olarak aynı anda var olduğu materyal-ölümlü ve edebi-ölümsüz varoluş, metnin diyalektiğinin dürtülerini başarılı bir biçimde işleyerek Mezarımdan Yazıyorum ile modern edebiyatın yapı taşlarından birini okura sunuyor.


Not: “Etimi kemiren ilk kurda ithaf ediyorum.” cümlesini ilk gördüğümde lanet olsun bu cümleyi ben kurmalıydım, bu cümle benim olmalıydı diye hayıflanmadım değil. Bu nasıl muhteşem bir ithaftır Sayın Assis ?!

Paylaş

Benzer Yayınlar

MEZARIMDAN YAZIYORUM - MACHADO DE ASSIS
4/ 5
Oleh

Abone Olun!

Yazılarımı Beğendiniz mi? Abone Olun Yeni Yayınları Kaçırmayın.