25 Temmuz 2018 Çarşamba

KENDİNE AİT BİR ODA (A ROOM OF ONE'S OWN) - VIRGINIA WOOLF


Virginia; içten, derinden ve bir düşünür edasıyla, tam da karamsarlığa düşecekken aklının sesini duyar gibi konuşur. Aklımızın sesi bazen bizi kötümserliğe yöneltse de araya tutku girdiğinde olay idealist bir duruma dönüşebilir. İşte Woolf’un sahip olduğu bu tutku, bir yazar tutkusudur. Onun sesinde; kadınları bir olmaya çağıran, cesaretlendiren, güç veren, hep yaptığımız gibi suçu kendimizde aramanın yanlış olduğunu bilen, yüzyıllarca var olmuş eşitsizliği, eşitsizlik tanımını kullanmadan ifade eden cümleler vardır.




Üstelik kadınlar daha kendi değerlerini anlayamazken, seslerini duyuramazken yazmıştır bunları. Kadınların yazamayışlarını fiziksel ve zihinsel özelliklerinin yetersizliğine bağlayan bir toplumda, sosyo-ekonomik durumları hiç gözetilmezken…


O zamanın toplumunda kadının ve kendisinin de sosyo-ekonomik durumunu en güzel şekilde ifade eden Woolf şöyle der: “Çantamda on şilinglik kağıt para daha vardı; paranın farkına vardım, çünkü para çantamın kendiliğinden on şilinglikler doğurma gücü hala nefesimi kesen bir gerçek olmayı sürdürüyor. Çantamı açtım, işte oradalar. Toplum, yalnızca adını paylaştığım bir halanın bıraktığı belirli sayıdaki kağıt parçaları karşılığında bana, yatacak yer ve yatak, kahve ve tavuk veriyor.” 


Ülkemizde hala var olan bu sosyo-ekonomik sorun, beni kitaba daha da yakınlaştırıp, tekrar tekrar okumaya sevk ediyor. Aileleri tarafından maddi ve manevi yönden destek görmeyen ama tüm yaşamı boyunca yazar olmak istemiş kadınlar geliyor aklıma ya da okuyamayan, okutulmayan kadınlar. Kardeşlerine bakmak zorunda kalan büyük ablalar. Genç yaşta evlendirilenler. Bir kalemi olsa da dertlerini yazacak kadar, mutlu olsalar kendilerini ifade edecek kadar eğitim göremeyen kadınlar… 


Mesela, Jane Austen’ın dünyayı gezme şansı olsaydı çok farklı şeyler de üretecekti elbette. Yine de denemiş, bulunduğu toplumsal hayata karışabileceği kadar karışmış ve bir kadının gözlemlerini en ince ayrıntısına kadar anlatabilmişti. Çünkü kadının toplumdaki yeri ile erkeğin toplumdaki yeri birbirleriyle kıyaslanamayacak kadar ayrışmıştı. 


Kınanan, hor görülen ve dört duvar arasındaki hayata sıkışan kadınları da inceleyen Woolf, erkek ve kadın edebiyatçıların hayat tecrübeleri arasındaki tezatı şu cümlelerle ifade eder:

“Aralarından birinin George Eliot’ın büyük sıkıntılardan sonra kaçıp kurtulduğu doğru, ama onun da sığınabildiği tek yer St. Johns Ormanı’nda gözden ırak bir villa olmuştu. Ve dünyaca dışlanmasının gölgesi altında gidip oraya yerleşti. ‘Açıkça davet edilmeyi talep etmediği sürece hiç kimseyi eve davet etmeyeceğimin anlaşılmasını isterim,’ diye yazıyordu; madem evli bir adamla günah içinde yaşıyordu, varlığı bir Mrs. Smith’in ya da eve rastgele gelen herhangi birinin saflığını bozmaz mıydı? Kişi toplumsal geleneğe boyun eğip “dünya denen şeyden uzak” kalmalıydı. Aynı yıllarda, Avrupa’nın öbür yakasında bir Çingene kızıyla ya da soylu bir hanımefendiyle istediği gibi yaşayan; savaşlara giden; kitaplarını yazmaya koyulduğunda muhteşem bir biçimde işine yarayacak çeşitli yaşam deneyimini hiçbir engelleme ve sınırlama ile karşılaşmadan elde eden genç bir adam yaşıyordu. Eğer Tolstoy evli bir hanımefendiyle ‘dünya denen şeyden’ uzak olarak bir kır evinde yaşamış olsaydı, bundan alınacak törel ders ne denli iyi bir örnek oluştursa da, Savaş ve Barış’ı zor yazardı, diye düşündüm.” 


Seni seviyorum Virginia Woolf…
Neden? Neden o taşlar ceplerinde daldın o derin sulara ?


Tutkularınızla kalın…

Paylaş

Benzer Yayınlar

KENDİNE AİT BİR ODA (A ROOM OF ONE'S OWN) - VIRGINIA WOOLF
4/ 5
Oleh

Abone Olun!

Yazılarımı Beğendiniz mi? Abone Olun Yeni Yayınları Kaçırmayın.